Dışarı fırlamış olan göz. * Günün yarısında devenin otlamaktan gelmesi.
ZAHİRE
(Zahâyir) Öğle vakitleri sıcaklığın çok olduğu vakitler.
ZAHİRE
(C.: Zevâhir) Parlak.
ZAHİRE
Anbarda saklanan yiyecek, hububat. Azık.
ZAHİRE-İ ÂHİRET
Ahiret azığı. Hayır ve iyilikler. Sâlih amel ve ibâdetler.
ZÂHİREN
Görünüşe göre. Meydanda olduğu gibi. Göründüğü gibi.
ZÂHİRÎ
(Zâhiriyye) Görünüşte olduğu gibi. Zâhire âit ve müteallik. Asıl ve hakiki olmayan. * Zâhiriyyun mezhebine âit olan. (Bak: Zâhir)
ZÂHİRÎ MEZHEB
Huk: Hanefî imamlarından İmam-ı Muhammed'in (El-Mebsut, El-Câmi-üs Sagir, El-Câmi-ül Kebir, Ez-Ziyâdât, Es-Siyer-üs Sagir, Es-Siyer-ül Kebir) nâmları ile mâruf olan altı kitabında münderiç bulunan mes'elelere denir. Buna "Zâhir-ür rivâyât mesâili" denir. İmam bu eserlerde kendi fıkhî görüşlerini değil, üstadları İmam-ı A'zam ve Ebu Yusuf'un akvâl-i fıkhiyesini zikretmiştir.
ZÂHİRİYYAT
Dış görünüşler.
ZÂHİRİYYUN
Görünüşe göre hükmedenler. İç yüzünü, hakikatını iyi bilmeyenler. Ehl-i zâhir olanlar. * İlm-i Kelâm'da: Nassların zâhir mânalarına göre hüküm çıkaran ve te'vil ve tevcihten geri duranlar ve tarafdarları.
ZÂHİR-PEREST
f. Bir şeyin iç yüzüne, hakikatına kıymet vermeyip görünüşüne kıymet veren. Dış yüzüne ehemmiyet veren. İç yüzüne aldırış etmeyip, hakikatını bilemeyen.
ZÂHİT
(Bak: Zâhid)
ZAHK
Hastalıktan dolayı tilkinin tüyü dökülüp derisi açılması.
ZAHL
Öç. İntikam almak. * Düşmanlık, adâvet etmek, kin tutmak.
(Zevk. den) Tatma, tad alma. Tad alıcı kuvvet, tad duyurucu hassa.(Hakiki ehl-i şükrün ve ehl-i hakikatın ve ehl-i kalbin kuvve-i zâikası, Rahmet-i İlâhiyenin matbahlarına bir nâzır ve bir müfettiş hükmündedir. Ve o kuvve-i zâikada taamlar adedince mizancıklarla nimet-i İlâhiyyenin envâını tartmak ve tanımak; bir şükr-ü manevî suretinde cesede, mideye haber vermektir. İşte bu suretle kuvve-i zâika yalnız maddî cesede bakmıyor, belki kalbe, ruha, akla dahi baktığı cihetle midenin fevkinde hükmü var, makamı var. S.)
ZAİL
(Zâile) Geçen, geçici.Devamlı olmayan. Tükenen.
ZAİLAT
(Zâil. C.) Zâil olan şeyler.
ZÂİLÂT-I FÂNİYE
Gelip geçici olanlar, bir hâlde durmayıp gidenler.